Futbol tüm yönüyle ilgi çeken bir spor dalıdır. Dünya bir milyardan fazla insan futbol meraklısıdır. Türkiye’den tutun da Gana’ya Gine’ye Singapur’a Bahreyn’e hatta Haiti’ye kadar her ülkenin milli futbol takımı vardır. Dört yılda bir düzenlenen dünya kupalarında ise bu sporun en üstün özellikleri sergilenir.
İlk izleyip aklımda kalan dünya kupası Fransa 98’dir. Amerika 94’ü ise hayal meyal hatırlıyorum. Fransa 98’e tek kelimeyle hayran kalmıştım. Özellikle Fransız futbolcu Zinedine Zidane’a. Ama şunu gördüm ki futbol sadece yorumlar eleştirilerden ibaret değildi. Futbolun “çirkin yüzünü” de orada gördüm ilk defa.
Fransa 98 den aklımda kalan en etkileyici tablo alman holiganların “dövdüğü” jandarmaydı. 43 yaşındaki jandarma, komaya sokulana dek tüm kemikleri kırılmış ve öldüresiye dövülmüştü. Buna benzer bir olayda İngiliz taraftarlarınca yapılmış, İngiliz Spor Bakanı “kapı kapı dolaşıp özür dilemekten bıktım bu ‘azınlık’ yüzünden” diye demeç vermişti BBC’ ye. Şunu unutmadan ekleyelim ki Almanlar ve İngilizler futbolun en “çirkef” taraftarları arasında birincilik için yarışırlar.
Sahiden bunları yapan “azınlık” mıydı. Yoksa bunları yapan gözü dönmüş “azgınlar” mıydı Sadece İngiltere’de mi vardı bu “azınlık”. Hiç sanmıyorum. Rüştü Rençber’in kendi taraftarlarından yediği dayaktan sonra ekranlarda boy gösteren “üç hanım” taraftar gözlerinden yıldırım çıkarcasına “tabii dövecekler” demişti hiç unutmuyorum. Bunlarda İngiliz bakanın deyimiyle bizim azınlığımız hem de bayan. Kendilerini de arsızca savunuyorlardı. “Bizim de canımız var kaç haftadır galibiyet yüzü göremiyoruz yeniliyoruz ağlıyoruz üzülüyoruz ” diye… futbolun sadece bir “oyun” olduğunu bilmiyorlardı.
Ülkemizdeki maçlarda can güvenliğinden bahsetmek aptallık olur bence. Fenerbahçe taraftarının Rüştü’yü Trabzonspor taraftarının da Ogün’ü dövmesine kadar giden bir kinin içindeyiz. Holigan faaliyetleri dediğimizde son birkaç yılda olaylar daha fazlalaştı ve şiddeti arttı. Çünkü statlarımızda “sporun barış dostluk ve kardeşlik” olduğunu unutanların sayısı da arttı.
Sadece taraftara yüklemek biraz da acımasızca olur. Taraftarı etkileyen faktörler arasında futbolcuların sahada birbirleriyle pek de centilmence olmayan mücadelesi var. Tribünlerin “gazına” gelen sözde profesyonel futbolcularımız sahada rakibine öyle sert muameleler yapıyorlar ki değil hafif sakatlık, kol - bacak kırmaya hatta ömür boyu sakat kalmaya kadar gidiyor işin ucu. Mesela Nijerya’da yapılan bir maçta ev sahibi ekibin bir futbolcusu rakibinin gözünü çıkarmıştı. Gözü çıkan ömür boyu mecburen sahalardan men olurken gözü çıkaran ise futboldan ebedi olarak uzaklaştırılmıştı. Türkiye’de göz çıkarma değil de birbirlerini ısıran futbolcular( daha doğrusu bir tane olduğu için futbolcu) var. Eski Galatasaraylı Vedat İnceefe’nin yanılmıyorsam Ankaragücü’nden bir futbolcunun sırtını ısırması günümüz tabiriyle futbolda “oha falan oldum” olaylarından. Yine aynı futbolcunun dünyaca ünlü Ukraynalı yıldız Andriy Shevchenko’nun boğazına sarılıp omzunu ısırmasına teşebbüs ettiği görülmüştür. Savaş gibi geçen AS Roma- Galatasaray maçında ise yine aynı futbolcu Romalı Lima’ya soyunma odasına giderken tekme tokat dalmışlığı vardır. Yine 1996 Avrupa kupasında top diye Alen Boksiç’e kafa atmışlığı vardır. Tabii bu bilmeyerek
Tabii ki sadece bizde yok böyle tipler. Takım arkadaşı ile dalaşan Kieron Dyer ve Lee Bowyer ikilisinin Aston Villa- Newcastle United maçında tekme-tokat birbirlerine girmesi saha içi kavganın Türklere has özellik olmadığının göstergesidir. Zaten yaptığı olaylarla sabıkası hayli kabarık olan Lee Bowyer İngiliz holiganlarını andıran bir karaktere sahiptir. Yani tipik bir “İngiliz holiganı” gibidir.Gittiği her takımda olay çıkarmıştır. Rakibini tam olarak “can düşmanı” olarak görür. Ve futbolun sadece bir “oyun” olduğunu unutan tipik İngiliz’dir
Hal böyleyken sporun “dostluk” olduğunu savunmak ne kadar tuhaf değil mi. Beşiktaş - Trabzonspor maçında tribünde babasının kucağındaki bir çocuğun başı yarılmıştı da günlerdir manşetlerde görmüştük bu rezilliği. Ben ve benim gibi futbol fanatikleri bu rezilliği asla unutmayacaklardır. Yine Beşiktaş’ın bir maçında “omuz attı” gerekçesiyle bıçaklanıp ölen bir taraftar vardı ki o da “futbol şehidi” olarak tarihteki yerini, “tribün rezaleti” olarak haberlerde yerini aldı.
2005-2006 sezonunun açılmasına günler kala güvenliğin “kuş uçurtmadığı” bir stada silahla giren gol sevincini arkadaşını silahla yaralayarak yaşayan “taraftar” dahi gördük Fenerbahçe - Everton maçında. Tabi ki bu ilk değildi. Son da olmayacak galiba. Çünkü Fenerbahçe’nin şampiyonluk kutlamasındaki yurdun çeşitli yerlerinde magandalaşmış taraftarların yaraladığı hatta öldürdüğü insanlar gördük -Çoğu çocuk olmak üzere- Hatırlatmadan geçemeyeceğim. Bu görüntü her milli maçtan sonra yaşanmaktadır. Top yetkililere atıldığında ise onlar “spor barış dostluk kardeşliktir” diyerek olayı geçiştirmeye çalışıyorlar.
Bu olaylara içten içe üzülenler ise magandaların kurşunları arasında yazımın başlığını sessizce söylüyorlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder