Euro 2012 yolunda en önemli virajlarından biri Belçika maçıyla dönüldü. Ama dönerken milli takım deyim yerindeyse dokuz doğurdu.
Maç öncesi Hollanda kampında toplanmış sezon yorgunu ve transfer heyecanıyla bezenmiş futbolcular arasında futbolcu olmayan ama transferi konuşulan bir adam vardı. Guus Hiddink…
Her ne kadar Hiddink, Chelsea için transfer dedikodularına “yok be hacı” açısından yaklaşsa da İngiltere’yi uzaktan yakından ilgilendirmeyen bu maça 40 tan fazla İngiliz gazetecinin gelmesi “malumun ilamı” gibi bir şeydi.
Bu atmosferde hazırlandık Belçika maçına… Türk futbolu için son derece önemli olan bir maç öncesi teknik direktörümüzün transfer spekülasyonlarına maruz kalması ve bu dedikodular için Hiddink’in net olmaması ne kadar etik sınırları çerçevesinde tartışılır. Teknik direktörlük geçmişinde bin bir türlü tecrübeler edinen kurt hoca, dedikoduları net bir dille yalanlamaya hiç yanaşmaması bir futbolsever olarak beni düşündürdü.
Hollanda kampı öncesi Hiddink’in Chelsea transferi kadar önümüzdeki Belçika maçı için bize hangi sonuç lazım tartışmasıydı. Öte yandan maç için kadro da açıklanınca teknik heyetin bu maç için ne beklediği az çok anlaşıldı.
Bir takım düşünün, kazanmak için sahaya çıkmayan, kazanmayı düşünmeyen bir takım. Galibiyete ihtiyacı olduğu halde beraberlik için sahaya çıkan takım. Bana 1990’ların milli takımını hatırlattı. Hani o 5-0’lık şerefli mağlubiyetleri yaşadığımız zamanları… Futbolun bu maçta bu denli geriye gitmesi beni son derece kaygılandırdı. Önümüzde Almanya’nın son dakikada attığı golle geçtiği Avusturya deplasmanı ve Almanya maçı gibi önemli iki maç daha varken galibiyet için savaşmamamız her futbolsever gibi beni de hayal kırıklığına uğrattı.
Hiddink’in sahaya sürdüğü kadro da bir takım spor yorumcuları gibi onun da beraberlik için buraya geldiğini gösteriyordu. Selçuk Şahin gibi top kesmekten başka bir iş yapmayan iki pası üst üste başarılı bir şekilde tamamlayamayan bir futbolcuyla maça başlamak 1990 öncesi zihniyete geri dönmekten başka hiçbir şey değil. Kulübe olarak zengin olsak da zihniyet olarak fakir olunca ortaya göze hoş gelmeyen futbol çıkıyor. Mehmet Topal, Mehmet Ekici, Egemen Korkmaz, İsmail Köybaşı gibi futbolcuların kulübeye mahkûm olması ve sezon boyunca oynadığı maç bir elin parmakları kadar olan Çağlar Birinci’nin ilk 11’de maça sürülmesi bile bile ladesti. Sezon boyunca form tutmayan Çağlar’ın formsuzluğunun faturasını yediğimiz golle ödedikten sonra kendimize gelmeyi nihayet başardık. Burak Yılmaz, Selçuk İnan ve Arda Turan’ın inanılmaz performansı Kazım Kazım’ın kötü performansını gözlerden biraz olsa da uzaklaştırdı. Mevlüt Erdinç, Cenk Tosun, nöbetçi Semih ve son seçenek Umut Bulut varken hangi akla hizmet Kazım’ı santrafor olarak sahaya sürer ki… Ha pardon unuttum beraberlik sevdasıydı bunun cevabı.
İlk 15 dakika dalga dalga gelen Belçika ataklarını topa dan – dun vurarak savuşturan Serdar Kesimal ve Çağlar Birinci’li defansımızla bu maç nasıl bitecek acaba dedirtirken, Arda’nın bireysel becerileriyle beraberliği yakalayıp karşılaşmada görüntü olarak da olsa eşitliği sağladık.
İlk yarının son dakikalarında kanattan bozma santrafor Kazım’ın zoru seçip Burak’a pas atmak yerine Kompany’e topu nişanlaması bizim adımıza oluşan ikinci ve sonuncu pozisyondu.
İkinci yarı yine tipik beraberliğe yatan takım görüntüsü versek de Belçika’nın kaçırdığı penaltı Belçika’ya beraberlik niyetiyle gelmiş futbolcu, teknik direktör ve yorumcuların ekmeğine yağ sürdü.
Son dakikalarda oyuna giren Mehmet Ekici’nin 10 – 15 dakikalık performansı onu ilk 11’e almayan başta Hiddink olmak üzere ona akıl veren Oğuz Çetin’i utancından yerin dibine sokmaya yetti sanırım.
Velhasıl öyle veya böyle geride bıraktık bu önemli virajı. Umarım şu an 1 puana sevinirken 11 Ekim’de oynanacak Azerbaycan maçı sonrası burada göz göre göre bıraktığımız 2 puanı aramayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder