Bu Blogda Ara

23 Mayıs 2010 Pazar

TÜRK FUTBOLUNA DAMGASINI VURMUŞ FİYASKO TRANSFERLER

Koskoca bir sezona yön verecek oyuncuları belirlemek için yapılan transfer çalışmaları futbol seyircisini şampiyonluktan sonra en fazla heyecanlandıran faktörlerden biridir. Her transfer döneminde gazeteler marifetiyle kulüplerimize akla hayale gelmeyecek isimler transfer edilir. Görüşmelerin son aşamada olduğu hatta futbolcunun Türkiye'yi gezmeye geldiği bile söylenir. Ancak bu transferlerin çoğu eş veya sevgili engeline takılır gerçekleşmezdi.

Gelenler ise bir yıldızın veliahdı olarak getirilirdi ülkemize. Havaalanlarında omuzlara alınıp çiçeklerle ve ateşli tezahüratlarla karşılanırdı. Kimileri tecrübenin adresi olarak getirilirdi yüklü bonservis ücretleriyle… Kimileri de takımı için devre arası kurtarıcısı olsun diye getirildi.

Her şey bir yana işte son 20 yılda Türk futbol tarihine damgasını vuran fiyasko transferler...

10 - Osvaldo Nartallo (Beşiktaş)

Önceki takımıyla Milan’a karşı oynadığı hazırlık maçında attığı gol sebebiyle Gordon Milne tarafından ısrarla transfer edilmesi istendi. Zamanın spor gazetelerinde yayınlanan fotoğraflarda yeni Kempes olarak lanse edilen Arjantinli Nartallo, transferinden bir gün sonra tesislerde basın mensuplarının önünde top sektirmeye çalıştı. Ama rivayet odur ki, hiçbir denemesinde üç sektirmeden öteye geçemedi.

Dede tarafından İtalyan olması sebebiyle kısa sürede Serie A’ya transfer olacağını her fırsatta dile getiren 22 kez Arjantin Milli Takımının formasını giyen oyuncunun Beşiktaş’tan ayrılışı, çizme istikametine değil de şimdilerde adı sanı dahi duyulmayan Petrolofisispor’a doğru oldu. Nartallo, oynadığı sezon Beşiktaş’ın en golcü oyuncularından birisi oldu ama attığı gollerin yarısının boş kaleye, geri kalan yarısının da burun, kalça, diz, sırt gibi ayak dışı organlarla atılmış olması ilginçti. Ancak yine de oynadığı sezon Fenerbahçe’ye her iki maçta da 2-1 yenilen Beşiktaş’ın iki golünün de sahibi olması dikkat çekicidir. Ülkemize gelmiş yabancılar arasında kötünün iyisi olarak tarihteki yerini alan futbolcunun futbolu bıraktıktan sonra ülkesinde kasaplık yaptığı rivayet edilmiştir.

9 - Adrian Knup (Galatasaray)

Birinci Fatih Terim döneminin büyük umutlarından biri olan Adrian Knup, Galatasaray’a İsviçre Milli Takımı’nda 50 kez milli olup 26 gol atmış bir futbolcu olarak 1996-97 sezonu başında Karlshure takımından geldi. Ancak Alman Ligi’ndeki dört yıllık kariyerine ve ‘94 Dünya Kupası’ndaki göz alıcı performansına rağmen Knup, sarı kırmızılı takımda sadece bir sezon oynadı. Attığı gol sayısı ise Galatasaray’ın Zeytinburnuspor’u 5-2 yendiği maçta bir gol ve UEFA Kupası ön elemesinde Constructorul maçında attığı golle sınırlı kaldı. Haliyle de devre arasında ülkesi İsviçre’nin Basel şehrine geri döndü ve futbolu burada bıraktı. Adrian Knup, son yıllardaki fiyasko transferler içinde çok şöhretli olmayan, ama iyi bir forvet olarak bilinmesi sebebiyle şaşırtıcı bir hayal kırıklığı olarak hafızalarda kaldı.

8- Gabriel Tamas, Ovidiu Petre, Florian Bratu üçlüsü (Galatasaray)

1970’lerdeki Fethi Nihat Ender ve 1990’lardaki Metin Ali Feyyaz üçlemelerinden sonra türk futbolunun bu zamana kadar ki son üçlemesi Gabriel Tamas, Ovidiu Petre, Florian Bratu üçlemesidir. Gheorghe Hagi’nin Türkiye’ye ayak basışı, nasıl Adrian Ilie, Filipescu, Popescu, Lucescu gibi Türk futbolunun yararına olacak örnekler ortaya çıkardıysa Sabin Ilie, Lutu, Radu Niculescu gibi akıllara zarar örnekler de çıkardı. Ama bunların en belirgini, Galatasaray taraftarının her hafta katlanmak zorunda olduğu işkencenin üç temsilcisiydi. Fatih Terim’in uğruna spiker fırçaladığı Gabriel Tamas’ın başını çektiği bu üç oyuncu, Galatasaray tarihinin son yıllardaki en kötü döneminin mimarlarındandı. Önde gelen özellikleri, Tamas ve Petre’nin oldukça ağır, Bratu’nun ise gereğinden fazla hızlı olmasıydı. Bratu, Galatasaray’dan sonra Nantes’ın yolunu tuttu, ancak sonra oradan Valencienns’e kiralanarak alıştığımız yeteneklerini sergiledi ve 12 maçta tek bir gol dahi atamadı. Petre ülkesi Romanya’ya dönerken Gabriel Tamas ise ilginçtir Galatasaray’dan sonra Spartak Moskova’ya transfer oldu. Sonra Celta Vigo’ya kiralanarak 23 maçta forma giydi. Kendi etrafında dönmesi yaklaşık beş saniye süren Tamas’ın bunu nasıl başardığı ayrı bir merak konusu. Ne diyelim, her üçleme Brehme-Klinsmann-Mathaaus (Inter) ya da Rijkaard-Gullit-Van Basten (Milan) gibi olmuyor.

7- Vladimir Beschastnykh (Fenerbahçe)

Yeni bir Scevchenko diye lanse edilen Rus forvet ile 2002-2003 sezonunun devre arasında 2,5 yıllık sözleşme imzalandı. Spartak Moskova takımından çok yüksek bir bonservis bedeliyle kadroya katılan oyuncu, futbolundan çok telaffuz edilemeyen soyadıyla konuşuldu. Aranan kan olmadığının anlaşılması uzun sürmedi ve sezon sonunda çok cüzi bir rakama Rusya’nın ikinci lig ekiplerinden Kuban Krasnador'a verildi.

6- Sabin Ilie (Fenerbahçe)

Kardeş ikililer her zaman Alveladze veya Laudrup kardeşler gibi verimli olmuyor. Galatasaray’da oynadığı bir buçuk sezonda gösterdiği müthiş futbol ile Valencia’ya transfer olan Adrian İlie ile aynı sülbden geldiği için yetenekli olduğu düşünülen Sabin İlie’nin Fenerbahçe’ye tek yararı Moshoeu ile takasta kullanılmasıydı. Fenerbahçe’nin düştüğü hata kendilerine özgü olmamalı ki yine kardeşinin peşinden Valencia’nın yolunu tuttu ve Valencia formasıyla antrenmanlarda dahi gol atamayarak ülkesi Romanya’ya gönderildi. Ülkesinde de aradığını bulamayan kısmetsiz kardeş kariyerini Çin’in ikinci liginde sürdürdü.

5- Souleymane Oulare (Fenerbahçe)


Fenerbahçe’ye gelirken Belçika Ligi’nin son sezonunda şampiyon olan Racing Genk’in 17 golle gol kralı futbolcusu unvanını da beraberinde getiren Gineli golcünün Fenerbahçe’deki ömrü, yarım sezon ve dört gol ile sürdü. Havaalanında kendisini karşılayan onbinlerce taraftarı görünce şaşırmış acaba başkasını mı bekliyorlar diye meraklı gözlerle kameralara bakarken yakalanmıştı. Oynadığı yarım sezonda bekleneni veremeyip Las Palmas’a transfer olan futbolcu orda da aynı performansı göstermiş olacak ki, oradan İngiltere’nin Stoke City takımına transfer oldu. Kariyerinin dibini ise Belçika 2’nci Ligi’ndeki yerel takımlarda geçirdi.

4- Thomas Hengen (Beşiktaş)

Beşiktaş’a “ateş almaya gelmiş” yabancı futbolcularından sadece bir tanesiydi Thomas Hengen. Feldkamp ile başlayan, Briegel ile sonlanan 1999 – 2000 sezonunda Beşiktaş’a Borussia Dortmund’dan transfer oldu. Kendi takımında banko oynayamayan ama yine de çok da kötü olmayan bir liberoydu.
1999 – 2000 sezonu başladıktan kısa bir süre sonra sorunları baş gösterdi. Gazetelere göre Thomas Hengen’in nişanlısı hamileydi ve Türkiye’de yaşamak istemiyordu. Hengen’e Almanya’ya geri dönmek için baskı yapıyordu. Sezonun onuncu haftası gelmeden sözleşmesi fesh edilerek geri gönderildi. Buraya kadar her şey normal. Beşiktaş’ın her sezon yaşadığı bir senaryo. İşin farklı bir boyutu Hengen Almanya’ya döndükten sonra ortaya çıktı.
Çok sevdiği nişanlısının kaprisleri yüzünden geri dönen ve Wolfsburg ile anlaşan Hengen’i bekleyen sürpriz adeta Türk filmi türündeydi. Thomas Hengen’in önce nişanlısından ayrıldığı haberi geldi, sonra da nişanlısının Hengen’den değil, Hengen'in arkadaşından hamile kaldığı... İşte böyle garip bir hikâyenin kahramanıydı Thomas Hengen...

3- Victor Shaka (Trabzonspor)

Bu da türk futbolunun şaka gibi transferlerinden biri. Trabzonspor’un bir diğer transfer hadisesi Misse Misse ile birlikte transfer edilen Nijeryalı golcü Victor Shaka, basın mensuplarının yine top sektirme konusunda engin yeteneklerine şahit olduğu futbolculardandı. O zamanlar Trabzonspor’da oynayan Tolunay Kafkas’ın ifadesiyle çok iyi göğüs stopu yapan golcü, transfer olduğu takımda maç kadrosuna bile giremeyen oyuncular kervanının önde gelen temsilcilerindendi. Rivayete göre antrenmana gitmeyip onun yerine Trabzon’un tarihi ve turistlik yerlerini gezen bir futbolcudur.

2- Dominic Iorfa (Galatasaray)

İşte ‘Türk futbol tarihinin skandal transferlerinden biri’ yakıştırmasına kimsenin itiraz etmeyeceği bir transfer. Oynadığı kulüplerden biri olan ve 18 ay boyunca gol atamadığı İskoçya’nın Falkirk takımının teknik direktörü, kendisini antrenmanda görene kadar transfer edildiğini bilmediğini söylemiştir. Oynadığı bir başka kulüp olan Southend United’a, asıl transfer edilmek istenen kardeşi Daniel Iorfa’nın yerine yanlışlıkla transfer edildiği söylenir.

Mustafa Denizli’nin ısrarla istediği, kariyerinde Galatasaray ve Falkrik dışında hep yerel takımlarda oynayan Dominic Iorfa’nın, ülkesinde 400 metre atletiyken futbolculuğa yatay bir geçiş yaptığı, bu yüzden kendi kendisine orta yaptığı ve attığı paslara kendisinin koştuğu söylenir. Buna rağmen Nijerya milli takımında 21 kez milli olduğu gerçeği de dikkat çekicidir.

1- Francesco Manassero (Beşiktaş)

Sadece Beşiktaş tarihinin değil türk futbol tarihinin belki de en skandal transferlerinden biridir. 1993 yılında Beşiktaş forması giyen futbolcu hakkında inanılmaz iddialar ortaya atılmıştır. Oyuncunun kariyeri ile ilgili net bilgiler bulunmamakla birlikte 23 yaşında diye alınan futbolcunun aslında 33 yaşında olduğu, transfer edilmeden önce futbolu bıraktığı, hatta Gordon Milne'nin bu oyuncunun transferinden komisyon aldığı ve Beşiktaş yönetimi ile arasının açılmasının en önemli nedeninin Manassero olduğu iddia edilmiştir.

Bu futbolcunun hakkındaki en ürpertici iddia ise Francesco'nun Arjantin Milli Takımı'nda oynadığı iddia edilerek transfer edilmesi ancak futbolcunun Perulu olduğunun transfer edildikten sonra anlaşıldığıdır. Francesco'nun Beşiktaş kariyeri sadece 3 hafta sürmüş, sonra izini kaybettirmiştir.

Besmele çek topa vur, yaradana sığın gol olsun.

İsviçre ve Avusturya tarihinin belki de en güzel ve en renkli yazını EURO 2008 ile yaşadı. Kimi bu turnuva için İsviçre’ye gitti, kimi ise televizyon karşısında Euro 2008 maçlarını heyecanla izledi.

Tüm Asya ve Afrika kıtasının desteğini ve “duasını” arkasına alan milli takımımız, taktik sistem veya herhangi bir futbol terimiyle açıklanmayacak çoğu şeyi dünyaya gösterdi.

Futbol adına değil de azim özveri ve hırs adına bu turnuvaya çok şeyler kattık.

Diğer taraftan bir ilk de milli takımımızın 13 veya 14 kişiyle yarı final maçına çıkması turnuvanın enteresan hadiselerinden biri.

Euro 96’da Almanya milli takımına gösterilen ayrıcalığın bize gösterilmemesi bir yana yarım yamalak bir kadro ile turnuvayı tamamlamamız da bize sempati kazandıran olaylardan.

Milli takımımız oynadığı 5 maçın 4’ünde kötü futbol oynadığını kabul etmek gerek. Bu 4 kötü performanslı maçın üçünü kazanmamız ve birini kaybetmemiz futbol ilahının bizden yana olduğunun göstergesi. En iyi oyunumuzu ortaya koyduğumuz Almanya maçında ise bireysellikten kaynaklanan bir hata sonucu yenilmemiz kaderin cilvesi diye nitelendirilecek bir olaydır.

Milli takımımızın tarihin en heyecanlı maçını çıkarması gerçekten olağan üstü bir şeydi. 2-0 dan 3-2’lik çek maçı ve 120. dakikada yalçın çetin’in semih semih semih diye haykırışları arasında çıktık yarı finale.

Zaten turnuva boyunca maçlar genellikle şansa dayalıydı. Yani iyi oynayan takım kaybetmiş veya ucu ucuna kazanmıştı. Bunun en büyük istisnası ise Hollanda milli takımı. Portakallar İtalya ve Fransa’yı hallaç pamuğu gibi savurup attıktan sonra yedekler ile Romanya’nın karşısına çıktılar.

Her türlü futbol sistemine uyan Hollanda milli takımı turnuvanın gözdesi olan 4-3-3 sistemini başarıyla uygulayıp rakiplerinin kâbusu oldular. Bir zamanlar total futbolu dünyaya sunup milyonların beğenisini alan Hollanda’nın oynadığı futbolun güzelliğine rağmen Rusya gibi bir rakibe elenmesi turnuvanın bence en büyük sürprizlerindendi.

Hollanda’nın elenmesinin tek sebebi Guus Hiddink ve onun Hollanda ekolünü adeta yalamış yutmuş olmasıdır. Bir nevi çivi çiviyi söker hesabı oldu portakallar için.

Yoksa bir Hollandalıdan başka hiçbir teknik direktör veya milli takım Hollanda’yı yıkacak güçte değildi.

Ayrıca son Avrupa kupasının şampiyonu Yunanistan’ın adeta yalan olması Yunanistan’ın Euro 2004’teki başarısının tesadüfen olduğunu kanıtlar.

Ayrıca Almanya’nın doğru dürüst futbol oynamadan finale kadar çıkması bizden daha ballı olduklarını gösterir. Hırvatistan maçında top yüzü göremeyen, Avusturya maçında şansına atılan bir frikik ile galibiyete uzanan panzerler, çeyrek finalde üç duran top organizasyonuyla Portekiz’i saf dışı bıraktılar.

Çeyrek finalde özellikle Mihael Ballack’ın faul kokan kafa vuruşu tartışılır nitelikteydi.

Yarı finalde ise Rüştü ve defansın bireysel hataları sonucu finalin kapısını aralayan panzerler yine turnuva takımı olduğunu gösterdi.

Hiçbir futbol taktiği ile açıklanmayan uğruna onlarca spor yazarının kafa patlattığı Fatih Terim’in taktiğine bir isim buldum sonunda.

Besmele çek topa vur, yaradana sığın gol olsun!

Sizce de böyle değil miydi?